Hüseyin Özkahraman; Daha Neler Göreceğiz

Uzun yıllardır siyasetin içinde aktif olarak görev alan Dr.Diş Hekimi Hüseyin Özkahraman, casusluk suçlamasıyla ilgili bir yazı kaleme almış.

Güncel Olaylar Yayın: 24 Ekim 2025 - Cuma - Güncelleme: 24.10.2025 23:01:00
Editör - Yılmaz Bacacı
Okuma Süresi: 5 dk.
Google News

 

 

Uzun yıllardır siyasetin içinde aktif olarak görev alan Dr.Diş Hekimi Hüseyin Özkahraman, casusluk suçlamasıyla ilgili bir yazı kaleme almış. Geçmiş yıllarda CHP Bahçelievler ilçe başkanlığı, CHP İstanbul il yöneticiliği de yapan Hüseyin Özkahraman 2024 yerel seçimlerinde CHP Bakırköy Belediyesi Başkan Aday adaylarından biriydi. Aday gösterilmemesine rağmen her hangi bir kırgınlık ve küslük göstermeden hala aktif olarak siyasi yaşamını sürdüren Özkahraman’ın kaleme aldığı yazısı aşağıda ki gibidir;

“Gerçeğin Üzerine Çekilen Perde: Eleştirel Düşünceye Yönelik Bir Saldırının Anatomisi

Daha neler göreceğiz…

Bugün tanıklık ettiklerimiz bile aklın sınırlarını zorluyor; kim bilir yarın nelerle karşılaşacağız. Casusluk suçlamasıyla iki kıymetli insan hedefte: Biri Silivri’de özgürlüğünden mahrum, diğeri gözaltında sorguda. Biri, İstanbul’un son dönemde gördüğü en çalışkan, en üretken belediye başkanı Ekrem İmamoğlu; diğeri, araştırmacı gazeteciliğin Uğur Mumcu ekolünden yetişen bir yazar, Merdan Yanardağ. Gerçekten şaşırmamak elde değil. Bu iki insan, siyasal iktidarın taşlarını yerinden oynattı; çünkü söyledikleri gerçeğin ta kendisiydi. Şimdi, içi boş suçlamalarla yeni gerekçeler arıyorlar. Hani derler ya: “Çamur at, izi kalsın; yeter ki meydan bize kalsın.”

Ama acele etmeyin beyler. Bu topraklar, bağrından nice Ekremleri, nice Merdanları çıkarır; çünkü hakikat susmaz, yalnızca zamanı geldiğinde yeniden ve daha gür bir sesle konuşur.

Türkiye’de siyasal alan, uzun süredir ideolojik kutuplaşmalar üzerinden biçimleniyor. Bu kutuplaşmanın en görünür tarafı, sol düşünce geleneğidir. Sol; kamusal yararı, laikliği, toplumsal eşitliği ve demokrasiyi merkeze alan bir anlayışı temsil eder. Ancak tam da bu nedenle, egemen ideolojik yapılar tarafından sürekli bir tehdit olarak görülmüş ve sistematik biçimde dışlanmıştır. Bu dışlama süreci, “casus”, “vatan haini”, “mafya”, “istismarcı”, “tacizci”, “sapık”, “hırsız” ya da “rantçı” gibi yaftalarla yürütülen karalama kampanyalarıyla meşrulaştırılmıştır. Bu söylemler, bireysel saldırıların ötesinde, egemen ideolojinin kendi varlığını sürdürme biçimidir.

Bu stratejiler, siyasal iktidarların toplumsal algı üretme mekanizmalarıyla doğrudan ilişkilidir. Louis Althusser’in “ideolojik aygıtlar” kavramında belirttiği gibi, iktidar; medya, eğitim, din ve hukuk gibi kurumlar aracılığıyla düşünsel alanı kontrol altına alır. Karşıt fikirler, politik düzlemde değil, ahlaki zeminde dışlanır. Böylece eleştirel düşünce “ahlak dışı” ilan edilir, sorgulayanlar “tehlikeli” olarak damgalanır. Bu durum, kamusal tartışma alanını rasyonel bir zeminden uzaklaştırır; toplum duygusal tepkilerle yönlendirilir, kutuplaşma ise iktidarın en güçlü silahına dönüşür.

İşte Merdan Yanardağ bu çerçevede ele alınmalıdır. O, gazeteciliğini yurtseverlik, demokrasi, aydınlanma ve devrimci sorumluluk ilkeleri üzerine kurmuştur. Siyasal İslamcı yapılar, tarikat ağları ve mafya-siyaset ilişkileri üzerine yaptığı ifşalar, iktidarın görünmesini istemediği kirli yüzü açığa çıkarmıştır. Bu nedenle hedef alınmıştır. Çünkü eleştirel gazetecilik, iktidarın kurduğu düzenin zeminini sarsar. Gerçeğin üzeri örtülmek istendikçe, bu tür sesler daha da tehlikeli görülür. Oysa Yanardağ gibi gazeteciler, yalnızca birer birey değil; kamusal vicdanın temsilcileridir.

İktidarın en sık başvurduğu savunma mekanizması ise yansıtma, yani projeksiyondur. Kendi içindeki çürümeyi, yozlaşmayı, çıkar ilişkilerini gizleyebilmek için suçlamaları karşı tarafa yöneltir. Böylece bir ahlaki üstünlük yanılsaması yaratılır. Fakat bu strateji, gerçeği gizlemekten başka hiçbir işe yaramaz. Nitekim “Ne ararsanız kendinizde arayın” sözü, tam da bu durumu anlatır. Gerçeği susturmak mümkün değildir; çünkü hakikat, en çok karanlığa mahkûm edilmek istendiğinde parlar.

Sonuç olarak, bugün tanık olduğumuz karalama kampanyaları, Türkiye’de siyasal iktidarın meşruiyetini koruma çabasının bir uzantısıdır. Sol düşünceyi, eleştirel sesi ve bağımsız gazeteciliği susturmak isteyen anlayış, aslında kendi korkusunu gizlemektedir. Çünkü eleştiri, iktidarın en zayıf noktasını hedef alır: hesap verilebilirliği. Merdan Yanardağ’ın yaşadıkları, bir gazetecinin değil; özgür düşüncenin, ifade hakkının ve halkın haber alma özgürlüğünün yargılanmasıdır. Bu yüzden mesele bireysel bir dava değil, demokratik bir vicdan meselesidir.

Ve unutmayalım: Bu ülke, gerçeği söyleyenlerin susturulmaya çalışıldığı her dönemde yeniden doğmuştur. Bugün hapse atılan her kalem, yarının özgürlük tohumudur. Çünkü halkın belleği unutur gibi görünse de, hakikatin sesi daima yankı bulur.”

 

Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.